2/19/2016

Abartısız Dünyanın En İyi Mantı Hamuru Tarifi ! :))

Hamuru yaptıktan sonra sanırım bir süre aşk yaşadım hamurla sen dünyanın en güzel hamurusun diyerek.
Ama ciddi söylüyorum bunun gibi güzel açılan yumuşacık bir hamur daha görmedim.
Tarif bana ait birkaç yerde okuduklarımı bildiklerimi karıştırıp ortaya bunu çıkardım.

Mantı kısmına gelince de hep merak etmiştim içi dolu dolu kocaman mantılar yapsam nasıl olur diye.
Onu denemek istedim.
Derler ya hep "kıyması az bunun" diye, ben bol bol koyup denedim.
Bence küçük mantıyı yemek çok daha keyifli :)

Malzemeler:  

Hamur için:
  • Yarım su bardağı süt
  • Yarım su bardağı su
  • 1 yumurta
  • 1 çay kaşığı tuz
  • 1 su bardağı glutensiz  un
  • 1,5-2 su bardağı normal un 
 İçi için:
  • 250gr kıyma
  • 1 kuru soğan
  • tuz-karabiber 
  • tereyağı 
 Önemli olan karıştırmak tüm malzemeleri çok güzel karıştırıcaz.
Öncelikle süt ve suyu ekliyoruz.



Yumurtayı da ekleyip çırpmaya devam ediyoruz.


Üzerine tuzu ekliyoruz.


Glutensiz unu eklerken çırpmaya devam ediyoruz.
Normal un a geçtiğimiz zaman elle yoğurmaya başlıyoruz.

Glutensiz un çok daha yumuşak bir yapıda ve daha elastik bir hamur elde etmemizi sağlıyor.
Bu yüzden bir kısmını glutensiz unla yapmayı tercih ettim.



Hamurun üzerine nemli bez koyup içini hazırlamaya geçtim.



Soğanı rondodan geçirdim.
Kıymayı ve tuzu biberi ekleyip bir güzel karıştırdım. 
En son da yarım yemek kaşığı dolusu tereyağı ekledim.
Bir güzel karıştırdım.


Tezgahı unladıktan sonra dünyanın en güzel mantı hamurundan bir avuç büyüklügünde parça aldım.
Yuvarladım ve onu bir güzel açtım.




Kare kare parçalara kestim.


Ortalarına kıymalar koydum.
Bence dediğim gibi daha küçük kareler kesin ve daha küçük kıymalar koyun.
Mantının keyfi öyle çıkıyor.




Hamurun kenarlarını biraz ıslatıp katladım.
Küçük küçük yaparsanız ıslatmanıza gerek yok hamur yapışıcak şekilde bastırın bohça gibi yapıp o yapışır.



Mantıları süzgeçle aldıktan sonra mantı suyuna salça ve yağ ekleyerek sos yaptım.
Sadece yağ ve salçayla da yapabilirsiniz.


Afiyet olsun ! :) 




Apple Pie - Elmalı Tarçınlı Tart Tarifi :)

Tarife başlamadan minik notlar:

  İlk turtayı yaparken 3 elma ve 100g kadar vişne reçeli kullandım. Fena olmadı ama az elmam olduğu için elmaların kabuklarını da ayıklamadan koydum kabuklar biraz ağıza geldi. 

Bence siz 2. yaptığımda kullandığım gibi 1 kilo 100 200 gram kadar elma alın. Elma kırmızı elma olursa daha güzel. Kabuklarını soyunca yaklaşık 1 kilosu kalıyor zaten o da tartın içini doldurmaya güzelce yetiyor. 

Önemli olan aslında tartın hamuru. Bu şekilde hamuru yapıp içini istediğiniz meyveyle doldurabiliriniz aslında :)
Hamur tarifini kesinlikle öneriyorum !

Malzemeler:

İç dolgusu için:
  • 1,2 kilo Elma tercihen kırmızı
  • 1 yemek kaşığı tarçın
  • 1 çay bardağı toz şeker
 Hamuru için:
  • 2 yumurta
  • 1 su bardağı toz şeker
  •  1 paket kabartma tozu
  • 1 paket şekerli vanilin
  • 1 çay bardağı sıvı yağ
  • 125 gr tereyağı
  • Yaklaşık 3 su bardağı un


 Bu 2. yapışımdaki normal ayıklanmış temizlenmiş elma miktarı.
Bu kesinlikle yeterli oluyor.


Elmaları rendeledikten sonra üzerine 1 yemek kaşığı tarçın ve 1 çay bardağı şekeri ekliyorum.
Tarçını çok sevmiyorsanız miktar olarak azaltabilirsiniz.




İlk denemede elmam az olduğu için elmalar biraz piştikten sonra üzerine 100gr vişne reçeli eklemesi yaptım.
Fakat bence siz bunun yerine bol elma kullanın. 
Bu şekilde de denemek isterseniz tadı hiç fena olmadı :)


Hamurunu hazırlamak için 2 yumurtayı kırın üzerine 1 su bardağı şekeri ekleyin.

 Şeker eriyene kadar bir güzel mikserle çırpın.


Çırpmaya devam ederken kabartma tozunu ve şekerli vanilini ekleyin.



En son tereyağı ve sıvıyağı da ekleyin.
Bir güzel çırpmaya devam edin.

Un olarak aldığı kadar denir ama yaklaşık 3 su bardağı kadar un kullandım sanırım.
Unu eklerken de mikserle çırpmaya devam ettim ilk zamanlarda.
Homojen olması hamur için çok önemli tadını çok etkiliyor.
Sonrasında elime karıştırmaya devam ettim.
Yapışmayan bir kıvam alınca durdum.

Hamurun altına biraz un koyup açtım.
Yaklaşık 1 2 santim kalınlığında açtım hamuru.



Borcamımın içine koydum ve kenarlarını düzelttim.


İçini tart malzememle doldurdum.


Üzerini kalan hamurla solucan yapıp süsledim.

180 derecede üzeri hafif kızarıncaya kadar pişirdim.
Artan hamur olursa onları da minik kurabiyeler yapabilirsiniz kahvenin, çayın yanında yemek için.
Aynı şekilde tartla beraber pişirin.

Ters çevirip kalıbımdan çıkardım.

Ve servise hazır ! :) 
Afiyet olsun.





2/15/2016

Boş 4 Duvarda Gülücükler

Geçen gün okuduğum bir kitap beni çok etkiledi. Özellikle bu gün yaşadığımdan sonra anladım yazılanları. 
Yaşadığım olayı da anlatıcam, öncelikle;
Göğü Delen Adam kitabın ismi.

O kadar samimi bir dille, o kadar çocuksu bir bakış açısıyla yazılmıştı ki o saflığın içinde okurken kendimi kaybettim, bir o kadar da biz ne yapıyoruz gerçeken nasıl yaşıyoruz diye düşündüm.

Hayattaki amacımız ne? Neden çoğu insan mutsuz ve neden en mutsuzu elinde en çok şeyi olan? İnsanlar neden sürekli vakti olmadan koşturmacada? Biz neyi kaçırıyoruz ? Neyden kaçıyoruz?

Bence en büyük kaybımız kalbimizle yaşamamamız. 
En çok kaçtığımızsa kendimiz ve duygularımız.

Paylaşmıyoruz. Belki evde 50 tane kitabımız var okunmuş ama onu birine veriyim o da okusun demek yerine öylece tozlanmaya bırakıyoruz. 
Evde yemekler çürüyor ama sokakta evsiz birine verip paylaşmaya vaktimiz yok çöpe atıyoruz. 
Birinin gülümsemesine sebep olmak mutluluğunun nedeni olmak o kadar basit ki aslında. Ama kimsenin kendinden başkasını ne düşünmeye ne daha iyi hissettirmek için minik bir emek harcamaya vakti yok. 

Birinin yüreğini sıcacık hissettirmediğiniz sürece, elinizde onca paranız varken bir çocuğa çikolata alıp onun gülümsemesini paylaşmadığınız sürece, sizin onca sahip olduğunuz şeyiniz size mutluluk getirmeyecek. Bu yüzden onca insanın kendini kayıp hissetmesi. Özlerinden, duygularından, duyguları paylaşmaktan bu kadar uzakken mutlu ve huzurlu olmak beklenemez. 

Illa para ile bir şey almak da değil olay. Bu gün mesela hava yağmurlu elinde şemsiyesiyesiyle yürüyen otobüs bekleyen onca insan var. Ama bir kişiye bile rastlamadım ki yanında ıslanana dönüp herhangi bir çıkar gözetmeksizin -" Kusurabakmayın yağmurdan ıslanmak istemezseniz şemsiyemi paylaşabiliriz." dediğini. Ben soruyorum isterse hayır der ama evet diyen çok insan gördüm o an ihtiyacı olan. Bu size hiçbir şeye mal olmazken o ıslanan kişi için çok şey ifade edicektir eminim. Bir gün o da şemsiyesi varken biriyle paylaşacak ve bu şekilde bir zincirin başlangıcı olabilirsiniz. Paylaşın. Elinizdeki şeyler paylaştıkça sizi daha çok mutlu edecek.

Yardımcı olun hayatı zorlaştırmak yerine. Bir fikriniz varsa yararlı olan -"Aman banane o düşünseydi. Kendi başının çaresine baksın." diyerek kestirip atmayın. Bir gün başka bir kişi de size aynı şekilde sizi kestirip atmaz böylece.

Anlayışlı olun. Küçük bir çocuk kaykay yaparken size dengesini kaybedip çarptığında özür diliyorsa ona bağırmak yerine gülümseyin. -"Yeni öğreniyorsun galiba ufaklık, insanların daha az olduğu yerde denemelere devam et istersen bak canım acıyabilirdi." diye uyarın, gösterin. 

Yaptıklarınız size o yada bu şekilde dönecek. Nasıl bir enerji, nasıl bir davranış üretmek istiyorsanız o kişi olun. Eminim bunları yapınca hiçbir şey kaybetmeyeceksiniz ama çok güzel mutluluklar kazanacaksınız. 

Yaşadığım olay da şuydu, bir reklam için görüşmeye gittiğim bir ajans vardı Kadıköy tarafında, daha önceden de birçok kez gittiğim. 
Reklam görüşmelerinde olay şöyledir; ajanslar sizi reklama uygun gördükleri için çağırır, siz audition vermek için onların ofisine gidersiniz. Bir nevi misafir olursunuz onlara ve reklam kabul olursa onların işinin oyuncusu olmak üzere gidersiniz aslında oraya. Yine böyle bir iş için akşam 18.00 gibi ajansa görüşmeye gittim. İçerisi çok kalabalıktı o yüzden ajansın içinde oturmak için başka bir yer aradım kendime. Birkaç kapının üzerinde girilmez yazılıydı, biri tuvalet ve bir tane boş oda vardı üzerinde girilmez yazmayan. Boş odaya girdim orda katlanabilir ahşap bir sandalye vardı. Odanın ışığı bile yoktu ama en azından ferah olduğunu düşündüm ve beklemek için orda oturmaya başladım. Aradan bir 20 dakika geçti kapı açıldı bi ses 
- Kimsiniz? dedi. 
Dedim -Merhaba ben Cansu audition için geldim, dışarısı çok kalabalık o yüzden burda bekliyorum. 
-Hemen dışarı çıkın!! dedi yüksek sesle.
Böyle bir tepki beklemiyordum sonuçta boş bir odada bir sandalye üzerinde beklememin ne gibi bir sakıncası olabilir ki ? 
-Çıkarım, sorun değil ama burada kalırsam daha rahat beklerim içerisi çok kalabalık nefes alıcak yer yok.
-Hayır hemen çıkın. Siz kimden izin aldınız da giriyosunuz buraya ya!! ?
- Kusurabakmayın kimseden izin almadım, düşünemedim. Diğer kapılarda girilmez yazanlar vardı onlara girmeyi düşünmedim bile ama bunda yazmadığı ve boş olduğu için bekleyebilirim diye düşündüm bilseydim izin alırdım.
O sırada kadının bagırışını duyan birkaç kişi geldi beni de tanıyan. 
Kadın onların geldiğini görünce, ince bir yolda ters yönden karşılaşan iki arabada kim çekilecek diye inatlaşırken arkasına araba gelmiş şöför edasıyla, ben şimdi seni kendi yolumdan çekerim diyerek kornaya daha çok bastı yani sesini yükselterek konuşmaya devam etti;
-Hemen çıkın diyorum burdan beni neden dinlemiyorsunuz !! Siz kimden izin aldınız?? Siz herkesin evine böyle izinsiz girer misiniz !! Hemen derhan çıkın bu odadan !
O sırada bağırış olunca gelen insanlar beni de tanıdıkları için olaya anlam veremediler. Şaşkınlıkla bakarlarken ordakilere de sordum,
- Oda boş ve içerisi çok kalabalık nefes alınacak yer yok burda sessizce beklesem sorun olur mu diye.
Herkes tabiki sorun olmaz diye bakarken o kadın,
-Eşyalarınızı alıp çıkın derhal. Diye devam etti.
-Tamam. Dedim eşyalarımı aldım koridorda beklemeye devam ettim. 

Muhtemelen kendilerinden daha yüksek bir statüde olduğu için kimse kadına hayır kız kalsa ne olabilir ki diyemedi.
İnsanlar sessizce dağıldılar.

O an aklımdan kitap geçti. 
O an aklımdan insanı anlamak geçti, paylaşmak geçti, yardımcı olmak geçti.
İnsanların "şey"lerinin olması mesela bu kadının kiraladığı bir evinin olması ve odası boşken, kullanılmazken ve misafir olarak çağırdığı oyuncusunun huzurunu kaçırmayı ve insanlar içinde kendi egosunu tatmin etmeyi tercih etti. Oysa elindeki boş eşyasız bir odayı ve tahta bir sandalyeyi paylaşmaktan bir zarar gelmezdi.
Ondan hiçbir götürüsü olmazdı yardımcı olsaydı. Evinin boş 4 duvarını misafir olarak çağırdığı bir oyuncuyla bir insanla belki iş arkadaşıyla paylaşmak ona beklerken yardımcı olmak dışında...

İnsanlar mevki sahibi olduğu zaman da bu tarz davranışlara daha yatkın oluyorlar. Eminim o da oyuncu olarak gelmiş olsaydı bu tarz bir üslupla durduk yere karşı karşıya gelmek istemezdi. 
Başkasının size yapmasını istemeyeceğiniz şeyleri yapmayın. 

Sonradan hayatının bir yerinde o kadının benzer bir durumla karşılaşıp kendisinin;
"İnsanlar ne kadar öküz, ne kadar anlayışsız!! İnsanları anlamıyorum!" 
dediğini duyar gibi oldum içimden.
Çünkü hayata ne ekersen bir gün onu biçersin. O o gün ego, statü ve anlayışsızlık tohumları ekti. Zamanı gelince biçecektir. Ister istemez çevresine kendi gibi insanları toplayacak.

O yüzden dedim şemsiyenizi paylaşın.
Oyuncaklarınızı paylaşın, başka çocuklar da oynasın.
Kıyafetlerinizi paylaşın, kullanmadığınız durup duran onun yerine birileri giysin mutlu olsun.
Bahçenizdeki ağaçtaki meyveler dalında kalıp çürümek yerine birinin mutluluğu olsun. 
Paylaşın.
Kaybetmezsiniz hiçbir şey.
Hatta dualar ve gülümsemeler sizinle olur.

Tomarla paranız ve egonuz olması yerine tomarla mutlu anılara sahip olmayı seçin.
Son nefeste samimi bir gülücük hatırlasanız o sizin yüzünüzü güldürüp içinizi ısıtmaya yeterken, para anlamsız kalacaktır. 
Hayatta neyi biriktirmek istediğiniz yine de sizin tercihiniz. 

Benimki anılar ve gülümsemeler.




1/29/2016

Kuşlar

Bolca kafamı boşaltmaya ihtiyacım var.
Sakin sakin oturup düşünmeye.
Gözlerimi kapatıp hiç bir şey yapmadan durmaya.
Son zamanlarda koşuşturmada kaybettiğim beni yeniden bulmaya.

1/27/2016

İnsanlık

Bu gün yaşadığım ve beni düşündüren bir olayı sizinle paylaşmak istiyorum.

Saat öğlen 1 civarı Kadıköy'den vapurla Beşiktaş'a geçiyordum.
İçeride biraz oturduktan sonra manzaranın fotoğrafını çekmek üzere dışarı çıktım.
Benden 2 3 dakika sonra biri daha çıktı dışarı. 
Ben tam fotoğrafı çekerken orta yaşlarda biri bana,
-Dikkat et kırık kırık! diye seslendi.
Baktım yaslanıp fotoğraf çektiğim yerde kırık varmış, onun için beni uyarmış.
Teşekkür ederim dedim uyardığı için mutlu olup gülümsedim.
Bunun üzerine;
-Okuyo musun? Mezun mu sen? diye biraz devrik cümlelerle bir soru geldi.
Bir yandan ister istemez yabancı biriyle konuşmanın yanlış olduğunu düşünerek bir yandan da bana yardımı dokunan birine en azından kısa bir muhabbeti borç bilerek kısa bir cevap verdim.
-Mezunum.
Bunun üzerine konuşma devam etti.
-Lise? Üniversite 4 sene?
Konuşmada cümlelerin eksikliğini sezer gibi oldum.
Aklımdan acaba sarhoş mu? tiner mi çekti? yoksa çekinerek mi konuşuyor? gibi sorular geçerken cevapladım.
-Bu sene üniversite 4. sınıftan mezun oldum. Siz? 
- Ben ortaokulu bitirdim. Okuma yazma yapamıyorum. Bizimkiler akrabağa evliliği yapmış. Bende böyle doğmuşum. Engelim var. Okuma yazma beceremiyorum.
Aklımdaki soruların birazını yanıtladım. Konuşma sorunu bu yüzden kaynaklanıyormuş. İçim rahatladı.
- Herkes illa okumak zorunda değil. Çalışıyor musunuz? diye sordum.
-Temizlik görevlisi çalışıyorum. İşkur'dan aileden başvurdular engelli belgemle çalışıyorum.
-Ne güzel çok sevindim çalışma hevesinize.
-Çalışıyodum ama ben yerleri temizlemek için geldim. Yoruluyorum. Yorulunca dinleniyorum. Sonra devam ediyorum. Baktım yerler kirleniyor başlıyorum temizlemeye. Kirliyse temizlerim. Arada dinleniyorum. Ama beni makine temizlemeye verdiler. Makineler tehlikeli. Makineyi bilenler bile temizleyemiyor. Allah korusun ben engelliyim. Çok zor bana. Elim kolum bilemem kaptırırım. Sigorta da yapmadılar. İstifamı istedim. Ben yerleri temizlemek için geldim makine nasıl temizliyim. İstifa edemezsin dedi kızdı bana ordaki kadın. Ben orda yapamam dedim. Yapıcaksın dedi bana. Bende müdürle konuşmak istedim. Sekreter bağlamadı. Konuşturmadı beni. Bağırdı bana o işi yapıcaksın istifa edemezsin dedi dinlemedi beni. Müdürle konuşamadım. Yemek yerken ben engelli olabilirim ama benim engelli olduğumu herkesin içinde söylüyordu. Rahatsız olduğumu söyledim. Yine de herkese o engelli dedi benim için.  O üniversite mezunu. Ama o da engelli olabilirdi. Allah korusun bi araba çarpsa kazayla sakat kalabilir, yürüyemeyebilir, göremeyebilir, zihinsel bir engeli olabilir. O zaman kendisi de engelli olur. Ama bunu düşünmüyor söylerken. Beni adam yerine  koyup anlayış göstermiyor. Benim istediğim anlayış. Hayatta her şey olabilir. Benim akrabağa evliliği okuma yazma zorlanıyorum. Temizlik yaparım. Makine temizleyemem. Çok tehlikeli. Sigorta da yapmıyorlar. Adam yerine koymuyorlar. Ama ben onlara beddua etmiyorum. Beddua da dönüp dolaşır bana gelir biliyorum.

Bir süre dinledim. 
İstediği insancıl şartlarda çalıştırılmak, engeline olan biraz anlayış ve mahremiyet, saygı ve empati.
Üniversite mezunu olmak, belli bir title sahibi olmak, bir yerlere gelmiş olmak insanları bu şekilde insani duygulardan uzaklaştırmamalı diye düşündüm.

Engelli kişinin kurduğu cümleler aslında o kadar içten, o kadar sevgi dolu ve yürektendi ki o işyerindeki insanlar adına ben utandım.

İnsanların güç sahibi olunca altında çalışanları onların kölesi gibi görüp kullanabileceklerini sandıklarını görünce üzüldüm. Özellikle zihinsel engelinden dolayı bu güzel yürekli insanı özür dileyerek söylüyorum aptal yerine koymaya çalışmaları, onun canına diğer canlar kadar değer vermemelerini, sigortasız şekilde tehlikeli iş makineleriyle çalıştırılmasını duyunca insanlık nereye gidiyor diye düşündüm.

Engelliyim diyen kişinin aslında hayattaki engelleri diğer onca engelsiz insandan daha çok aştığını, evrenselliğe bir o kadar daha yakın olduğunu gördüm bu gün.

Umarım kalbi büyük insanlar hep onunla olur. 
  
Vapurdan sonra dinlediğim için teşekkür etti. Bende paylaştığı için teşekkür ettim. 
 Kendisine herhangi bir şekilde yardımcı olabilir miyim diye sordum. 
Bir iş olursa yardımcı olabilmek için numarasını istedim. 
Gözleri sevinçten ışıldayarak bana numarasını verdi. 

El sıkışıp yollarımıza devam ettik. 

-Okuyup adam ol ! derler ya hep; sanırım kalbini, duygularını aç ve önce insan ol'u öğrenmemiz gerek. 
 

1/19/2016

Capslerim

Belki farketmişsinizdir son zamanlarda instagramda bir düzenlemeye girdim.
Bu düzenlemeyle beraber malesef el emeği göz nuru capslerimi de sildim.

Ama blog ne güne..
Bütün capslerimi topladım ve işte gece gece bu yazı ortaya çıktı. Hadi biraz eğlence zamanı :))


Eski zamanlarda niyetli olduğunu kibarca belirtip duruşunu korumak çok önemliydi..

Bayram seyran hazır tatil derken kutlamalarda kafası güzel olanlarımız da yok değildi.. Tabi o zamanlar paparaziler olmayınca elinde kadehi bile tutamayan ünlü düklerimiz eğlence sonrası tablolara bu şekilde yansıdı.

Oysa ki sadece film çekeceklerdi ama diğer tanrılar olayı fazla ciddiye aldılar..


Eh tabi kız milleti hep aynıydı - yok aşkım şu pazarı dolaşalım, yok aşkım o entariyi mi alsam ay yok yok altın rengi beni şişko gösterdi.. 
Bakın erkek milleti rahat, bi şalla tamam.
Yokkk.. kız illa gezecek her yeri


Bazıları da tabi düşünmek için rahat ortamlara ihtiyaç duyuyordu..
Eh bir filozof kolay yetişmiyor.


Birinin kız arkadaşına yamuk mu yapıldı,
Bir olay mı var..
Yok yani olmasın delikanlılarımız keser ona göre...

Namus o zamanlar çok değerliydi.
Kuruyup gidene kadar vermemek ata sporlarıydı.
Bakın teyze vermemek için sakal uzatıp kurumuş gitmiş ama o el endamını hiç bozmamış.


Havalar güzel olunca saldım çayıra mevlam kayıra politikası herkesi mutlu ederdi.

Tabi party hard yapmak o dönemde de zamane gençlerimizin yaptığı bir ata sporuydu.
Ama neyse ki Alka Seltzer her zamanki gibi kurtarışa yetişiyordu.


Geçmişte kızlar mahrem yerlerini kapatmadan ulu orta dolaşıp "ayy kıyamam evlenmeden vermezmiş.. tatlışş sezaarr" bakışı atarken, erkekler evlenmeden olmaz diyerek duruşlarını koruyorlardı.
 Bir şekilde tam tersine dönen bir politika izlemiş zaman içerisinde.


Eh tabi takipçi kazanmak da o günlerde zor, follow for follow güvercini yollasan bi dert geri dönüş kimbilir ne zaman olur, ee kısa sürede takipçi kasmak lazım derken bu durumu keşfedenler hemen külotlu çorapları geçirip seksi bacaklarıyla tablolara poz verip takipçilerine görsel şölen sundular.


Bazı kızlarımızsa orta karar güzellikleriyle baktılar evde kalmak üzereler hemen et satar politikası izlediler.


Tabi devirde böyle orasını burasını açıp tablolara poz veren kızlar olunca erkekler de haklı, kendilerine hakim olamayıp dekolteyi açan exlerinin kucaklarında atı atı verdiler kendilerini.

Aldatma gırla giderken sadece arkadaşız sözüyse en popüler ata sözleri arasında top10 e girmeyi başardı.


Minibüs şöförleri her zamanki gibi pür dikkat ücretleri topluyorlardı.
Bu çizimde arkadaki son 2 beleşciye geliyor söz..

Her köyün bir muzuru vardır tabi.
Çarmık olayını ti ye alıp espiriler döndürmeye başlayanlar muzur gülümsemeleriyle birbirlerine sana girsin diyerek gününü gün ediyordu.


Kasları biraz geliştirip sakal bırakan Sokrates zamanın en yakışıklısı olduğunu savunarak bu sözleri sarfetti..


Erkekler donlarına kadar derbeder durumdayken, kadınların bitmek tükenmek bilmeyen alışveriş sevdası yüzünden kara kara düşünen erkeklerimiz..
Al desen bi dert.. alma desen, sıkıyosa de.. :))

Gece sabahlayıp işkembeciden eve gelenlerde belli oluyordu..
Çorba da mı içmeyek ohh bol sarımsaklı miss :))

Sonlara geldik eminim çok keyifle okumuşsunuzdur..
Valla ben demedim bunları, hepsi bakın yaşanmış, yazılmış, çizilmiş..
Canlı canlı tarih dersi size başka yerde bulamazsınız.

Tarihi bilgilerimi sorgulayanlara gelsin o zaman son capsim.